30 Ağustos 2013 Cuma

İSTANBUL

"Sis" şairine ithaf edilmiştir.

Salkım salkım tan yelleri estiğinde

Mavi patiskaları yırtan gemilerinle
Uzaktan seni düşünürüm İstanbul
Binbir direkli Halicinde akşam
Adalarında bahar
Süleymaniyende güneş
Hey sen güzelsin kavgamızın şehri
Ve uzaklardan seni düşündüğüm bugünlerde
Bakışlarımda akşam karanlığın
Kulaklarımda sesin İstanbul
Ve uzaklardan
Ve uzaklardan seni düşündüğüm bugünlerde
Sen şimdi haramilerin elindesin İstanbul
Plajlarında karaborsacılar
Yağlı gövdelerini kuma sermiştir.
Kürtajlı genç kızlar cilve yapar karşılarında
Balıkpazarında depoya kaçırılan fasulyanın
Meyvesini birlikte devşirirler
Sen şimdi haramilerin elindesin İstanbul
Et tereyağı şeker
Padişahın üç oğludur kenar mahallelerinde
Yumurta masalıyla büyütülür çocukların
Hürriyet yok
Ekmek yok
Hak yok
Kolların ardından bağlandı
Kesildi yolbaşların
Haramilerin gayrısına yaşamak yok
Almış dizginleri eline
Bir avuç vurguncu müteahhit toprak ağası
Onların kemik yalayan dostları
Onların sazı cazı villası doktoru dişçisi
Ve sen esnaf sen söyle sen memur sen entellektüel
Ve sen 
Ve sen haktan bahseden Ortaköyün Cibalinin işçisi
Seni öldürürler
Seni sürerler
Buhranlar senin sırtından geçiştirilir
İpek şiltelerin istakozların
ve ahmak selameti için
Hakkında idam hükümleri verilir
Haktan bahseden namuslu insanları
Yağmurlu bir mart akşamı topladılar
Karanlık mahzenlerinde şehrin
Cellatlara gün doğdu
Kardeşlerin acısıyla yanan bir çift gözün vardır
Bir kalem yazın vardır
Dudaklarını yakan bir çift sözün vardır
Söylenmez
Haramiler kesmiş sokak başlarını
Polisin kırbacı celladın ipi spikerin çenesi baskı makinesi
Haramilerin elinde
Ve mahzenlerinde insanlar bekler
Gönüllerinde kavga gönüllerinde zafer
Bebeklerin hasreti içlerinde gömülü
Can yoldaşlar saklıdır mahzenlerinde
Boşuna çekilmedi bunca acılar İstanbul
Bulutların ardında damla damla sesler
Gülen çehreleri ve cesaretleriyle
Arkadaşlar çıktı karşıma
Dindi şakalarımın ağrısı
Bir kadın yoldaş tanırdım
Bir kardeş karısı
Hasta ciğerlerini taşıdığı çelimsiz kemikli omuzları
Ve hüzünlü çehresiyle bebelerini seyrederdi
Cellatlara emir verildiği gün haramilerin sarayında
Gebeliğin dokuzuncu ayında
Aç kurtların varoşlara saldırdığı
Tipili bir gece yarısı
Sırtında çok uzak bir köyden indirdi
Otuzbeş kiloluk sırrımızı
Zafer kanlı zafer kıpkırmızı
Boşuna çekilmedi bunca acılar İstanbul
Bekle bizi
Büyük ve sakin Süleymaniyenle bekle
Parklarınla köprülerinle kulelerinle meydanlarınla
Mavi denizlerine yaslanmış
Beyaz tahta masalı kahvelerinle bekle
Ve bir kuruşa Yenihayat satan
Tophanenin karanlık sokaklarında
Koyunkoyuna yatan
Kirli çocuklarınla bekle bizi
Bekle zafer şarkılarıyla caddelerinden geçişimizi
Bekle dinamiti tarihin
Bekle yumruklarımız
Haramilerin saltanıtını yıksın
Bekle o günler gelsin İstanbul bekle
Sen bize layıksın


Vedat TÜRKALİ 

16 Temmuz 2013 Salı

MÜEBBET TÜRKÜSÜ



önce kol sonra sürgü sonra anahtar açılır kapı 

itilirim sırtımdan ben ebedi kiracı kesilmiş hükmüm 
önce sürgü sonra kol sonra anahtar kapanır kapı 
bir ömür boyu diri diri içmek için gövdemi 
dolanır bacaklarıma balçık gibi ağır bir karanlık 
çırpınsam küçücük pencerede çifte çapraz parmaklık 
üstünde yüzüme örtülür binlerce kare demirörgü 
her karesinde oyulmuş bir göz gibi kanar gökyüzü 
batan güneşim kapının önünde kıpkızıl asılırım biran 
ranzam tavana ranzam yere ranzam göğsüme çakılı 
kımıldasam göğsüm boydan boya yırtılacak sanki 
duvarlarını üstüme yıkacak hücrem adım atsam 
adım atsam apansız kurşun değdi kanadına kuşun 
tutun beni önüm berbat uçurum bu kimin sesi 
bırak torbanı atlas'a ödüldür gökkubbeyi taşımak 
düş kırıklığına salan salsın gözlerini bırak 
ranzanda yatak yatakta düşlerin dağınık kalsın 
yürü delikanlım beton altında toprak uyansın 
duvarı duvara vur ateş gibi bir ıslık tuttur 
yürü a benim deli gönlüm yürü kesilmiş hükmün 

II 


şarkılar türküler skeçler camdan cama gülücükler 

-olur böyle şeyler takma kafanı yatarız be- 
gecede ay mı var alttan alta katılaşan bir şey 
olur böyle şeyler takmıyorum kafamı yatarız be.. 
biter havalandırma eğlentisi de gecenin bir yerinde 
son sigaranın ateşi kararır dostlar uykuya varır 
gece sefası bu mevsim açar mı gecede ay mı vardı 
idamdan müebbete düştüm müebbetten hücreme 
belki sıcaktı şubat gece karla başladı fakat 
en güzel yüzünü resminin yüreğime ters kapadım 
kırdım belleğimin bütün sırrı dökük aynalarını 
ranzam soğuk ranzam ayaz ranzam kar 
altımda demir üstümde ışık yanımda duvar 
üşür ellerim sensiz ellerim öksüz ellerim 
nerde portakal bahçesi kadar sıcak memelerin 
dönerim gene duvar gene soğuk gene ayaz 
düşlerim seni almaz düşlerime müebbetim sığmaz 
bir dal fesleğen taksan da saçlarına yorulursun 
güneşi yatırsalar koynuma ısınamam 
bir yerine vardım ki gecenin sen yoksun 

III 


bir yerine vardım ki gecenin sen yoksun 

sen yüreğimin dağlarında sakladığım kaçak kız 
seni sunuyor kar yüklü dallarıyla çam ağaçları 
kimliğin bende saklı uzanıp alsam alnın apak 
gece balçık gibi yapışıyor ellerime saat kaç 
tende yaşanmayacak aşkımız anladım tenimde isyan 
yorgunum ranzama uzansam gözlerimi kapatsam 
bir daha açmasam beni bu kapkara suskunluk 
beni öldürecek diyorum avaz avaz düşüyorum 
asama dikse anam kapımızdan balkona tırmansa 
akçamların kokusunu sen saçlarından savursan 
üç yanı sırılsıklam ülkem gibi hep acı dalgalara dirensen 
yanağından mutlu bir damlanın yuvarlandığını görsem 
kar da eridi çamur sonra yağmur sokaklar çıplak 
asfalt makadam bulvar ayaklarda o bildik bıçak acısı 
haki gömleğinden bir düğme aç ellerimden üşüyorum 
şafakları yunus çıkarsa ağlarından balıkçılar beter ağlar 
dudaklarında uzayan sigara külü martı kanatları ve türkü: 
bir dal fesleğen taksan da saçlarına yorulursun 
bulaşıyor dilime beni ağzınla sustur susturacaksan 

IV 


sabah oldu beni ağzınla sustur susturacaksan 

gazeteyle uzatıldı mazgaldan dürülmüş bir yangın gibi 
korkunç acılarıyla ellerime on üç yıl öncesinin vietnam'ı 
pirinç tarlaları bambu evleri insanları yani kavgaları 
1972 trag bang köyü ve temmuz güneşi 
ve yankee ve napalm yani ölüm bulutları 
yapışıyor sırtlarına çocukların çocukların bacakları tutuk 
çığlıkları var fakat ağızlarında boylarından büyük 
ilkokul çağında saçı kara çığlığı yangın küçücük kızın 
bant çekmişler göbeğinin altına ne ayıp ne yasak 
kaçıyor o güzelim çocuk bütün insanlığıyla çıplak 
elinden tutmalı göğsüme basmalı göğsümde soluklandırmalıyım 
benim de gözlerim yanaklarıma doğru çekilmeli acıdan 
ağzımı kulaklarıma dek yırtarcasına haykırmalıyım 
payıma düşeni almalıyım yedi milyon ton bombadan 
işte ben her acıda böyle sırılsıklam şaşkınım 
haykırılmış her çığlık burda benim ağzımı yakıyor 
durma kanıyor acılarım gövdemin neresine dokunsam 
kaldırmadan demir parmaklığı insanla insan arasından 
canım sevgilim ben bu yaraları kabuk bağlatmam 



alnım parmaklığa gömülü alnımda tarifsiz hasret 

dörtbir yanım idam dörtbir yanımda türküleşen müebbet 
ne bir yıldız kayar üstünden ne bir çiçek açar 
hücreler burada susuz kör kuyulara benzer 
her bahar duvara koşar da sarmaşıklar yaz biter 
yorulur sonunda salkım saçak dal budak ağaçlar 
gözlerimi içime çevirmesem gözlerim duvarda kurur 
bir an büyüse suskunluk kulaklarıma kurşun akar 
belki bu yüzden yüreğimde tepesi karlı dağlar 
boydan boya karadeniz boydan boya toros 
akdağ karadağ altındağ cudi ağrı canik aras 
vurulup öldüğüm kalkıp çocuklar gibi güldüğüm dağlar 
yakındır eteklerinde dudaklarına özenir kiraz 
ellerin tüfeğinden çözülür göğsüne ılık ılık kan yürür 
dişlerinin arasında apak ilkbahar kardeleni uyanırsın 
tenin buğulanır bilirim dudakların mahmur uykudadır 
kollarını açıp gerinirsin ormanın bütün ağaçlarınca yeşil 
dokunabilsem sana çoğalırdım saçlarınca tel tel 
yüreğimin ırmaklarını aykırı akıtıyorum dağlara doğru 
süzülüp gelsen suda bir papatya kadar güzel 

VI 


saçlarını yastık yapıp yatıyorsun öyle düşünüyorum 

yorgan diye geceyi dört mevsim üstüne çekiyorsun 
yaprak düşer ay düşer yıldız düşer kar düşer 
kurşun düşer üstüne bomba ölüm ayrılık düşer 
apansız sena düşer aklıma beni ağzınla sustur 
göğsü isyan göğsü ateş göğsü tomur tomur 
sena onaltı yaşının heyacanını tarar aynada 
çıplacık boynu.. el-boruk dağlarında israil konvoyu 
kıvrılır yılan gibi.. nazi fırınlarından sarı yıldız uyanır 
aynada gözlerini bırakır gözleri iki yüz kilo bomba 
içine 504 peugeot'nun büsbütün bir kinle oturur 
kanatlanır avına sena mehdillah şii müslüman kız 
sedir ağaçları değil yanan köyleri geçer iki yanından 
hükmünü okur benim ülkemde filizkıran fırtınası 
dalların acısı gelir hücremde beni bulur 
konvoy patır cizze arasında durur.. sena atmaca 
sena nisan dalları gibisin sena sena 
fünye fitil ateş.. sena dur ama durma.. 
gövdesinin dört katı ağır bombayla patlar güzelim kız 
beni ağzınla sustur susturacaksan 

VII 


bu türkü hiç bitmeyecek karanlık sular akıyor içime 

her dizesi bir fırtına belki soluğum yetmeyecek 
korkarım teninden avuçladığım buğu uçup gidecek 
yastığım sımsıkı yastıkta aralanmıyor dudakların 
kış üşümesiyle durma sırtını dönüyor yatağım 
bir yangından çıkmışım tepeden tırnağa yanık 
çekip almışım bir çocuğu çığlığı bende kalmış 
yana yana dost kapılardan yüzgeri olmuşum 
su dökenimi aramışım inatla beni ağzınla sustur 
beni suskunluk kapkara suskunluk öldürecek beni 
sesi türkümün sesi sağanak yağmurları isterim 
dur altına sen de sağalır belki ateşi gövdemin 
duvarla başladı duvarla mı bitecek türküm 
şu dağlar eteği kuşatma tepesi karlı dağlar 
şu okul şu sokak şu ev şu ağaç şu bulvar 
düşünüyorum da sanki bir varmış bir yokmuş 
benim türküm yangın yeri sevgilim sesli konuş 
sesli konuş dışarda kalmasın çiçek yüklü dallarıyla bahar 
balçık gecelerden balçık gecelere çıkıyorum 
ayaydınlık sabahlara bir de sana inanıyorum 

VIII 


benim türküm yangın yeri sevgilim sesli konuş 

söyle ben türkü söylerken sıkı bassınlar yere 
yağmurlu bulutları tepelerinde taşısınlar söyle 
benim gecelerim tepeleme ısırganotu sevgilim 
dur durak yok bana bu bahar akşamlarından 
toprak deniz ve kadın kokularıyla dövüyor da kapımı 
bir karası aşıyor duvarı kahrolası karanlık 
kibriti çakılmış sigarayım nerede dudakların 
barut dumanıyla islenmiş belki kararmış saçların 
çekincesiz yıkanırsın deli çılgın akan sularda 
sular hırçın sular arsız ben ellerimle yapayalnız 
kovalanmışım çocukça düşlerimden taşa tutulmuşum 
balıkları oltada bir deniz gibi ayağa kalkmışım.

    NEVZAT ÇELİK - ocak-mayıs 1985